27 Kasım 2008 Perşembe

Sancta Terra


Hep kapalı duran kapılar var bu şehirde, sıklıkla önlerinden geçtiğim, belki bir gün açık bulur, gizlerini keşfederim diye beklediğim. Bunlardan iki tanesi yanyana, bir köşeyi tutmuşlar ; biri Tomtom kaptan sokağının, diğeri Postacılar sokağının son kapısı, aslında ikisi de aynı mekana açılıyor. Bu köşe, zaman, mekan yitiminin yaşandığı o sayısız istanbul köşelerinden biri. Kapılardan biri Sancta terra şapelinin diğeri ispanyol elçiliğinin kapısı. Tabii ikisi de kullanılmıyor bugün. İspanyol fransiskenlere ait şapel 1871 yangınından sonra inşa edilmiş, 1670 yapılan aslının yerine. Şapelin içinde mezarlık varmış, görmeye can atıyorum. İçinden yukardaki Santa Maria kilisesine de geçit varmış, ah bir açık yakalasam şu kapıyı… Elçiliğin tabelası şapel kapısının üstüne asılmış, bir manası yok sanırım, öylesine pencereye sıkıştırılmış. Postacılar ufak bir dirsek yaptıktan sonra bu dar köşede tomtom kaptanla birleşiyor, yine de aydınlık bir noktası şehrin. Küçük İtalya derlermiş ya bu bölgeye, doğru gerçekten.
Sokak fotoğrafı, kapıların tam önünden görülen Tomtom kaptan sokağının halidir. Şahanedir. 



24 Kasım 2008 Pazartesi

iskele battı





Bu sefer tek çarpılan ben değilim, lodos tüm şehri çarptı. İki üç gündür üç kuruşluk akılla geziniyorum sokaklarda. Dün sabah, aralık kalmış pencereden lodos sızdı, çalan telefonlara rağmen uyanmayı kesinlikle reddettim. Sonra merak ettim bu telefon niye bu kadar ısrarcı diye, yorganımla vedalaştım ve cevap verdim telefona;
- karaköy iskelesi batmış
- tusinami?
- lodos
- tek yıktığı ben değilim yani
- dalga geçme, batmış valla iskele
- 2010 dünya başkentinin iskelesi mi batmış yani? şahane. 
- böyle anlaşamayacağız, sen bi kahve sigara iç sonra konuşuruz.
- hı.. tamam.

Batmış gerçekten koca iskele, şaka değilmiş, oysa şaka olmalıydı. Diyorum, kimse inanmıyor; “Bu şehirde deniz ve demir yollarına karşı olan cinlerin varlığına ciddiyetle inanmaktayım.” Karaköy iskelesinin ilk batışı değil bu, şu farkla ki, 1958’de iskele yan yattığında zaten öncesinde dubaların eskiliğinden dolayı kapatılmıştı. Benim ilk kullandığım iskele ise 1966’da hizmete giren çelik konstrüksiyon olanıydı, anneannemde kaldığım akşamların sabahında, 7:10 vapuruna o iskeleden bindim, 1984’de yenisi geldi, 7:10 vapurunun saati değişmedi, eskisi hala Harem’de duruyor. Ben yenisini hiç sevemedim, sanki geçici bir yapıymış gibi gelmişti bana, oysa geçen cuma gecesine kadar dayandı, ve deniz lodosla, karaköyle ve hatta şehirle işbirliği yapıp, mekana hiç de yakışmayan o binayı yuttu. Sevip sevmemem mühim değil, oradaydı, önünde çok bekledim, içinde çok gazete okudum, turnikesinde takılıp çok vapur kaçırdım, karşısında bira içip girip çıkana çok baktım, çıkışında ahbap karşıladım, şimdi yok. Tuhaf. Yenisini heyecanla bekliyorum.

9 Kasım 2008 Pazar

giriş arka sokak


Yolcuzade sokağı. Azapkapı’da. Aslında azeb kapı, deniz piyadesi demek olan azebden alıyor adını, malum hemen yanı, tersane. Perşembe pazarından Unkapanı köprüsüne giderken sağda otopark olarak kullanılan bir sokak. Sokağın başındaki hamamdan, az ötedeki Arap camiinden (eski kilise), arkada görülen duvarlardan da belli ki bir bizans yapısı söz konusu olan, biz otopark olarak kullanmayı tercih etmişiz. Pek güzel olmuş.

Galata'dan aşağı inmek


Bu şehirde yokuş inilir, merdiven çıkılır, yokuş çıkılır, merdiven inilir. Sokakta bisikletle gezenlere şaşırıyorum, nerelerde oturur onlar? 
İlk metronun oraya yapılmasından da belli, Karaköy - Galata arası pek dik bir yoldur, seçenek çeşitlidir ama merdiven ya da yokuştan kaçmak imkansızdır. Yüksek kaldırım tabii en bilinen ve en hareketli seçenektir. Ben Galata kulesinin dibinden, Saint George’dan kıvrılıp, Pietro e paoli kilisesinin duvarındaki aşk ilanlarını okuduktan sonra, Eski Banka sokağına inerim, Sen Piyer hanının acıklı haline üzülüp (hani şu 1772’de fransız elçisinin yaptırdığı ve cephesinde hala bourbonların fleurs de lys’li armalarının bulunduğu han), kesinlikle dosdoğru bankalar caddesine inmem, sola, Avusturya Lisesi’nin sokağına sapar, illaki Camondo merdivenlerinden inerim. Bu merdiven tabii ki şehrin diğer merdivenlerine benzemez, kız gibidir, trabzanlarının kıvrımları pek cüretkardır. Bana öyle geliyor ki aile bu merdivenleri, sırf kendileri için, yukardaki evlerinden -hadi malikane diyelim- aşağıdaki bankalarına ulaşmak için yaptırmışlardır. Yukarı çıkmak için aynı yolu denemem bile, tünele binerim, son zamanlarda binanın içinde etrafıma bakmamaya çalışarak hızla biniyorum; o ürkünç, umumi hela görüntüsüne tahammül edemiyorum. Taklit yetenekleri bile yok bu adamların. 

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...