26 Nisan 2009 Pazar

or ahayim hastanesi


Bu binaya bu zulüm niye yapılmış olabilir, eminim çok önemli bir sebebi vardır ama başka bir yolu yok mudur? Reva mıdır bu çirkinlik su kenarına 100 yıl önce kurulmuş bu binaya? Or ahayim hastanesi gerçekten tam su kenarında, Balat’ta, Haliç’e bakan üç binadan oluşuyor. Her ne kadar Hastane, Abdülhamit fermanı ile 1898’de kurulmuşsa da bugün varolan binalar 1920’lerde Bağdatlı işadamı Sir Elllie Kadoorie’nin bağışı ile inşa olmuş. Aslında üçüncüsü 2004’de yıkılmış, hemen ardından modern bir bina yapılmış. Eski köprü ile komşuluk ediyor şimdi Or ahayim, eski dost galata köprüsünü tam da hastanenin yanına koymuşlar. İsmi sorun tabii, girişte büyük « özel balat hastanesi » tabelası duruyor, esas binanın mermer kapısında «musevi hastanesi» yazıyor, resmi adı «Özel balat or ahayim musevi hastanesi vakfı iktisadi işletmesi», internet adresi «or ahayim hastanesi», mahallelinin dediğini bilirim ben ; musevi hastanesi.
Bunların da işi zor yahu…
Yine de binanın üstündeki bu dev lego yapıtı gördükçe sormadan edemiyorum « doktor bu ne !»


22 Nisan 2009 Çarşamba

Panayia Elpida versus gedikpaşa spor



Burası Samsa sokağı, Kadırga ile Kumkapı arasında uzunca bir sokak. Adını gördüğümde durdum tabii şöyle bir, benim bildiğim tek samsa Gregor Samsa’dır, onun da Kadırga ile bir alakası olamaz, olmamalı. Hamam böceği, dönüşüm, yabancılaşma tamam hepsi var burada ama Kafka’nın buradan geçmiş olabileceği düşüncesi benim istanbul efsanelerim için bile oldukça uçuk bir düşünce. Bulacağım sokağın isminin arkasında saklanan sırrı lakin Gedikpaşa spor levhasının arkasında yükselen koca bir kilisenin sırrına vakıf olabileceğimi sanmıyorum, ya da o şatafatlı kilisenin kapısında neden Gedikpaşa spor yazdığını.

Panayia Elpida Kilisesi üç ayrı sokağa yüz veriyor; Samsa sokak, Müsteşar sokak, Gerdanlık sokak. İroni, yerme, lafı uzatmaya şahane girilebilir tabii bu isimlerden, tutuyorum kendimi.

Kilise bizans döneminden kalma, çeşit çeşit belgede lafı geçiyor, 15. yüzyıl başı, 1576, 1583, 1604 ortodoks kayıtlarında tanıklıkları var. Belgelerde sözü geçen mühim ikonalardan eser yok tabii bugün. 1650’lerde yanmış, 1680’de tekrar inşa edilmiş, şimdi yüksek duvarlarla çevrili, kapısı tabii ki sımsıkı kapalı. Üç sokağa hükmediyor ama yok gibi, çevrede yaşayanların orada bir kilise olduğuna dair bir fikirleri olduğunu sanmıyorum, öylesine saklanmış. Yanındaki fevkalade fakat yıkılmak üzere olan bina kiliseye ait. Gedikpaşa spor kulübünün varlığının hikmetini çözemedim gerçekten, 1951 kuruluş tarihi ufak bir ipucu verdi ama yine de koca kilisenin üç sokakta da adının sanının olmaması ve spor klubünün levhasının fütürsuzca kilise kapısında asılı olmasının çok da anlamlı bir açıklaması olmasa gerek.

19 Nisan 2009 Pazar


- nasılsın birader
- memleket gibi, idare ediyoruz.

Pek hoşuma gitti doğrusu, bu soruyu ben de «istanbul gibi » diye cevaplamaya karar verdim, değil mi ki şehir « küçük bir vatan»dır. Bol yamalı, destekli, eskiden vazgeçememiş, köhnemiş, yeni olanla bağ kurmak için sıra sıra uydular kurmuş, doğayla tek bağı kuru dallar kalmış bir hayat. Yok, lafım kötü değil, iyiyiz aslında, içerisi sıcak, sağlam, halledeceğiz, memleket gibi…

Ortalık karışıkmış gibi görünüyor, oysa her zaman olduğundan daha karışık değil mevzu. Adını bildikleri, eşleri dostları karakola düştü diye eseflendiler, kederlendiler, tepelere çıkıp şikayetler ettiler. Pek kederlendiler gece yarıları evler basıldı diye, pijamalarıyla hanımlar polislere göründü, bilgisayarlar özensizce talan edildi, suçu ispatlanmamış beyler karakollara düştü diye. Ben de üzüldüm izansızlıklar yapıldı diye ama yine de kendimi alamıyorum onlara « aramıza hoşgeldiniz » demekten. Hukuğa sayıp sövmek kolay değildir hanımlar beyler, sövecekseniz başınıza gelmeden yapacaktınız. Hadi daha önce bilmiyordunuz, yeni anladınız gün ortasında sebebsiz karakola alınmanın nasıl uygunsuz bir durum olduğunu, o zaman sizinle, olmadı, ahbablarınızla aynı günlerde çok daha çirkin bir operasyonla karakola alınan 51 kişinin durumunu düşünün. Üstelik onların büyük bir kısmı bu memleketin meclisinde temsil hakkı olan bir partinin üyeleri. Benimle aynı memlekette yaşayan insanların verdiği oylarla yönetime gelen adamlar içeriye alındılar ve ben o günden beri onların başına gelenleri bilmiyorum. Ve üstelik benim şikayet edeceğim bir merci yok. Bu bir şey değil, memleketi, şehri geçtim, mahallemde geceleri götürülen çocukların haberini bile alamıyorum, ben değil, anası alamıyor haberlerini.
Anıtkabire çıkanlar, bugün oraya çıkacağınıza geçtiğimiz senelerde bir zahmet cumartesi annelerinin yanına gelseydiniz bugün oraya gitmenize gerek kalmazdı belki de. Sorgusuz sualsiz ilk içeri alınan siz değilsiniz, bunu farketmeniz için bu mu gerekiyordu ? eh…iyi o zaman...
Bu arada yarın 20 nisan 2009, Hrant’ın mahkemesi var, hani şu kimin yargılandığı belli olmayan mahkeme, ama mahkeme kurulmuş bir kere, abimin kanı yerde kalmasın…

17 Nisan 2009 Cuma

Kahkaha sokak



Sokağın adını farkettiğimde aklıma ilk gelen E.B.’nin kitabının adı oldu; « Amerika Büyük Bir Şaka, Sevgili Frank, Ama Ona Ne Kadar Gülebiliriz? ». Sokağın hali ve ismi bir şaka olmalıydı ama ben nedense gülemedim. Sokağın bulunduğu mahallenin adı başka bir hikaye ; molla aşkı.
Balat iskelesinin tam karşısından mahalleye girilip ayvansaray ve mürsel paşa caddelerini keserek ilerlendiğinde karşına çıkıyor kahkaha sokak, çınçınlı çeşme sokak ile ferruh kahya sokakları birleştiren kıvrımlı, teneke barakalı, bol çocuklu, camilerin kiliselerin arasında, epeski bir sokak. Şehre ayak uyduramamış, yıpranmış, üzücü bir sokak. Adı kahkaha evet ama biz buna gülebilir miyiz sevgili istanbul ?

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...