31 Ocak 2010 Pazar

yüksekkaldırım


“Rüzgâr bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.”
Ben kemeraltı lafını ilk bu şiirde duymuştum, henüz ergen bir kız iken, bir akşam aile evimde yüksek sesle şiir okunurken. O zamanlarda google olsa eminim koşarak kemeraltı yazar fotikanın kim olduğunu öğrenmeye çalışırdım. Ama o gece henüz google icad edilmemişti ve ben anneme Fotika’nın kim olduğunu soramazdım. Lakin şanslıydım, o sene hayatımı değişterecek sınavlardan birine tam da Fotika’nın odasının karşısında girdim, kazanamadım elbet, fotika çok güzeldi. Sonra bir de Süheyla çıktı başıma; Orhan Veli’nin güpegündüz öptüğü, yüksekkaldırımda. Ve yine şanslıydım, okul çıkışı dolmuşa para vermek istemiyorsam vapura en kısa yol yüksek kaldırımdan geçiyordu. Eh öğrendik tabii mecburen yokuşun esbab-ı mucibesini. Manukyan henüz vergi rokertmeni olmamıştı, ölümünde oğlu mathilde işi henüz reddetip devretmemiş, gayrimenkul zengini olmamış ve bugün olduğu kimse ogün de kimse bunu araştırma konusu yapmamıştı. Şehir büyüdü, dengeler bozuldu, semtsel sosyal yapılaşma tümden farklılaştı ama hafta sonları ve bayramın ikinci günleri yokuştaki kalabalığın profili değişmedi. Yokuş, zürafa sokağa sıkıştı, bir ara kapatılacak dendi, olmadı. (aman olmasın) tek değişen tatlıcılar. Hala ‘kerane tatlıcısı’ tezgazları var iskele civarında ama yokuşta tuhaf bir değişim oldu, o, bol şerbetli, kıtır tatlı yerine ananas satılıyor, ananas yine iyi, hindistan cevizini satıyorlar ergenlere. Bu arada diyeyim, bu şehirde kerane tatlısı diye satılan şey Diyarbakır’da akşam ezanına yakın bir zamanda sıcak sıcak çıkıyor tezgahlara ve hava kararmadan bitiyor, alem iş çıkışı yesin diye.

Hiç yorum yok:

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...