5 Kasım 2012 Pazartesi

BOŞ OTURMAK


Bana kalırsa boş oturmak şahane birşeydir, evde değil, sokakta, boş, bildiğin boş. Kafa boş, ne yapacağını bilmeden, oturduğun yere karar vermeden orada oturup kalmak, bir şeyle meşgul olmadan, öylesine, olduğun mekanın yönlendirmesine ve sana sunduğu imkanlara göre oturmak, miss. Meydanlar bunun için şahane ortamlardır, sağından solundan, önünden, arkasından, o ya da bu sebeble yolun düşer, zamanın vardır, beklemek zorundasındır, paran yoktur, ilerleyemezsin, canın acıyordur, yalnız kalamamışsındır, hastaneye gidesin yoktur, ders kırmışsındır, mutlusundur, için içine sığmıyordur, bulursun kendini bir meydanda, herkesin yolunun düştüğü o noktada. Oraya yürünmez, oraya varmak için yola çıkılmaz, oraya varılır. O yüzden o meydanın yolu kesilmemeli, yollar oraya çıkmalı.

taksim

-->
Aylardır yazmadım gözüm İstanbul üstüne, çünkü ben en başta “bir şehrin sahipleri o şehirde en çok fotoğrafı olanlar değildir” demiştim, anı ile sahip çıkılmaz bir kente.  O yüzden yazamadım, sokağında gezmediğim kentte olanlara laf edemedim. Aylardır, internette Ayvansaray lafı gördüğümde tıklamadım, Tarlabaşı’nın son fotoğrafları günlerce gezdi tüm sitelerde, ikinci fotoğrafta kapattım. Meğer böyle oluyormuş bilinçaltını kapatmak, bir tık. Hiç olmamış gibi. Arada afet yasası çıktı, elbet mühim birşey, elbet afetten şiddetle korkuyoruz, en azından ben korkuyorum. Ben kaç tane koymuşumdur bu sayfalara yıkılmakta olan binaların fotoğrafını. Lakin kim inandı o yasanın o çatılar altında uyuyan insanları korumak için çıkarıldığına? Hangi vicdansız inanabilir kentsel dönüşümün hakikaten kenti sevenler tarafından icat edildiğine? O dönüşüm olduğunda kentin dönüştüğü şeyi seven kim kalacak? Sadece geniş bulvarları, eşit yükseklikte binaları, “yeşillendirilmiş” alanları, herşeyi yeni bir kenti kim sever? Hangi turist fotoğrafını çeker allahaşkına?
Neyse lafım bu değil. Taksim. İstanbullu herhangi birinin, hadi diyelim istanbul’u seven birinin, şu günlerde olanlara kalbi acımadan bakması mümkün mü? Geçen gün “Taksim’e ilk kazma” başlığını gördüm ve derhal bilgisayarı kapattım ve yaşadığım kasabada su kenarına gittim. Unuttum.
...
Meydandan geçmek çok zordur, dilediğin yerden geçemezsin, ışıklar sana zikzak yaptırır, çarpışa döğüşe, küfrede, söylene geçersin bir baştan bir başa. Herkes meydanın bir yerinde randevu verir, felaket, yaz günü, hiç gölge yok, pişersin, kış desen zaten sağdan ben diyeyim kurandel, sen de poyraz. Parkın merdivenlerinde egzoz dumanından duramazsın, Marmara’nın önünde kıyafetin yakışık almaz. Büfeler önünde rüzgardan saçın bozulur, ayrıca kokarsın. AKM önü – eğer AKM’yi hala bilen biriyle buluşuyorsan - karsa, yağmursa ayağın kayar, yazsa gölgede yer bulamazsın. Metro çıkışı zaten berbat, yazın gölge yok, kışın buz. Velhasıl taksim meydanı zaten sevdiğimiz bir yer değil, bir sürü kötü anımız var, hepimiz en az bir kere ekildik orada, buluşmak için randevu verdiğimiz yerin adı değişmiş olduğu için, trafik tıkandığı için, metro bozulduğu, Şişli’de bir kaza olduğu, Galata köprüsü kapalı olduğu için ekildik, ama asla çirkin olduğumuz için değil. Akşam baskısını aldık meydandaki büfeden, tutturamadığımızı gördük üniversiteyi, düğün salonundaki düğünden çok sıkıldık, karbonatlı çay içmeye çıktık gezideki çaybahçesine, yenilen bibergazı, dayak ve hatta kurşunlardan bahsetmiyorum bile. Yani hakikaten pek de sevmeyiz Taksim’i. Ama herkes gelir Taksim’e. Dolmuşun Aksaray’dan, tramvayın Eminönü’nden, metronun Bağcılar’dan, otobüsün Şişli’den, taksinin Beşiktaş’tan, arabanın Nişantaşı’ndan getirdiği de gelir taksime. Sonra hepsi yürür. Kimi meydandaki heykele çelenk koyar, kimi Asmalımescid’de şatobiriyan ısmarlar, kimi meydanda kalır, iki bira alır büfeden, diğerinin koyduğu çelengin yanında demlenir, meydandan az ötede dolanıp para kazanır erkek el ayaklı kadınlar, biri yeni çıkmış bir cd’yi, bir diğeri yüzyıl önce basılmış bir kitabı bulmaya gelir, kimi de sadece evine gider –evet inanmazsınız orada yaşayan insanlar var-, kimi bankaya, belediyeye yürür hızla, kimi de cumartesileri öğlenleri Galatasaray’a oturmaya gider, gözü yaşlı, ama kimi de en çok sadece gidip gelir, oralı olmak için, orada olmak için.
Taksimi yok etmek isteyen birileri olamaz, yanlışlık yapılmış olmalı.

Taksim'de sevgilisi ile buluşmamış
bira içmemiş
eylem yapmamış,
orada yaşamamış
şatobiriyan ısmarlamamış
kalabalıkla beraber metrodan meydana çıkıp yüzü gülmemiş
etabın önünde donmamış
ekilmemiş
gezide çay içmemiş
yeni çıkan bir cd’yi almaya uğraşmamış
100 yıl önce yazılmış bir kitabın peşine düşmemiş
sıkıntıdan bir boy yürüyüp gelmemiş
oralı olmaya çalışmamış

Buna karar verenler arasında bunlardan bir tanesini bile yapmamış birileri olamaz. Yoksa var mıdır?  
Dur dur... buldum.. yoksa tüm bunlar olamasın diye mi? Yok artık!

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...