-->
Bir zaman önce İstanbul’la ilgili ‘hoyratlık’ adında bir blog daha mı
açsam diye düşünüyordum. Çünkü burada
yazdıklarım hep İstanbul’a yapılan hoyrat muamele üstüne olmaya başlamıştı. Ama
bu bir zaman önceydi, gezerken hoyratlıkların göze çarptığı, battığı
zamanlardı. Geçti o zamanlar, artık kentin kendisi bir hoyratlık halini aldı,
dolayısıyla buradan devam.
Bir mimar aynı isimle iki Camii yapıyor, biri Üsküdar’da diğeri Edirnekapı’da.
Öyle bir iş yapıyor ki senenin bazı günlerinde ki o günler bu günler, camilerin
birinin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğuyor. Tabii bunu
görebilecek hala bir ufuk kaldıysa bu şehirde. Camilerin adı Mihrimah yani güneş ve
ay. Bu bir tesadüf değil, olamaz çünkü o mimar, Mimar Sinan. Üsküdar’daki Cami
Mihrimah Sultan’ın kendisi tarafından yaptırılmış, Edirnekapı’daki ise,
sultan’ın ölümünden sonra 1562-1565 yılları arasında yapılmış, İstanbul’un en
yüksek tepesine, biraz da gözlerden uzağa. Rivayet muhtelif, Mimar’ın Sultan’a aşık
olduğu, ilk yaptığı caminin Sultanın şanına yakışır ihtişama sahip olmadığı
için bu ikinci camiyi bu kadar ihtişamlı ve aydınlık ve biraz da korumacı
olarak gözlerden uzağa yaptığı söylenenler arasında. Ve tabii Sultanın adına
gönderme olarak, güneşin batışı ayın doğuşuna göre yer seçmesi bu rivayetlerin
en romantik tarafı.

Mihrimah Camii, Mihrimah Sultan Camii, Edirnekapı Camii, günümüzde ve
belgelerde farklı isimlerle anılıyor bu yapı. Fatih’in İstanbul’a girdiği
kapıdan şehre girdiğimiz anda tüm ihtişamıyla çıkıyor karşımıza, Fevzipaşa ile
Kaleboyu caddeleri arasında. Başına gelmeyen kalmamış yapının, 1719 depreminde
kubbesi çöküyor, yenileniyor. 1766 depreminde minare düşüyor, onarılıyor, 1894
depreminde minare düşüyor avlu revakları zarar görüyor, 1950’de yol genişletme
çalışmalarında çatlaklar oluşuyor, 1967-69 yıllarında tüm külliye onarıma
giriyor, depreme karşı güçlendirme çalışması yapılıyor. Lakin 1999 depremde
ciddi bir zarar görüyor, kapatılıyor ve restorasyona alınıyor. 11 yıl sonra
açılışında dönemin başbakanı, ne çok çalıştık, bak ne güzel yaptık diye konuşma
yaptı. Restorasyona emek harcamak elbet iyidir. Lakin insan biraz boynunu eğmez
mi Mimar Sinan önünde, demez mi ‘abi sen 3 yılda bu yapıyı inşa etmişsin,
pardon biz ancak 11 yılda onardık’ diye. Yok. Neyse Mimar’a edilen ayıplar,
hakkında yazılan tezler kadar sayfa tutar. Geçelim canımızı yakmayalım. Ama
yukarıda iki fotoğraf var. 500 yüz yıl önce adamın biri ışığı mermeri hesap etmiş,
demiş bu ışık, bu taş bin yılda değişmez, ben buraya koyayım, gören görsün. Ben
gitmişim, canım sıkılırken, 500 yıl sonra, ışık orada, mermer orada, güneş aynı
saaatte batıyor. Sinan aldım ışığını, aşkını, lakin ne mümkün aklını. Ben yine sana şikayet edeyim, sen İstanbul’un
en yüksek tepesinde bu yapıyı yapmışsın, biz altına bunları koymuşuz, affet
abi.