16 Eylül 2009 Çarşamba

kentsel dönüşememe



Tüm çıkan kanunlara onay vereceğiz diye bir şey yok ama bazılarına gerçekten tahammül edemiyorum ; misal 5366 sayılı « yıpranan tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması » hakkındaki kanun. Şehre ve tarihe tutkulu bir insanın başlığı okuyunca heyecanlanması, destek vermesi gereken bir kanunmuş gibi gözüküyor, ama iş öyle değil. Bu kanun gerekçe gösterilerek kentsel dönüşüm adı altında dönüşü olmayan yollara sapılmakta bu şehirde bir süredir. Bu kentsel dönüşüm lafı ilk çıktığında mucitlerinin iyi niyetli ve beceriksiz kişiler olduklarını düşünüyordum. Vazgeçtim uzun süre önce bu düşüncemden, mesele belli ki bayağı bayağı siyasi, kötü niyetle hazırlanan projeler şehrin sahiplerini şehrin dışına çıkarmayı hedefliyor. Eskiye tahammülsüzlükten hüküm giyeceğiz topluca, tahta döşemeleri söktürüp kalebodur döşeyen zihniyetten hiç bir farkını görmüyorum bu « yenileme » projelerinin.
Fatih Belediyesi bünyesinde halen gündemde olan dört proje var ;

Fener- Balat Semtleri Sahil Kesimi Yenileme Projesi
Neslişah Ve Hatice Sultan (Sulukule) Mahalleleri Yenileme Projesi
Ayvansaray Mahallesi Canlandırma Amaçlı Yenileme Projesi
Kürkçübaşı Mahallesi (Bulgur Palas Çevresi) Yenileme Projesi

Bu dört bölgeyi de nacizane biliyorum, gerçekten el atılması gereken binalar, tehlike arzeden ahşap yapılar olduğunu elbette görüyorum. Tek tek ele alınarak halledilecekken, böylesine topyekün bir « dönüşüm » çabasının arkasında ben bir kentseverlik göremiyorum bir türlü. Yok yok beceriksizlikle açıklanamayacak kadar büyük projeler, kentsel deneyler bunlar.
Bu projelerde beni en çok eğlendiren de hepsinde bir meydan eksikliği telaşının izleri. Kim talep ediyor bu meydanları ? Bu şehrin insanlarının meydanlardan korktuğunu, devletin meydanlara ateş açtığını, meydanların heykeller için olduğunu bilmiyor muyuz biz sanki ?

« Ayvansaray’ı canlandırma » derken ne kastediliyor kimbilir. Bilirkişiler önce bir tekstilkent’i, toki köylerinin sessiz sokaklarını canlandırsalar, Ayvansaray başının çaresine bakar, sokakları yeterince, hatta fazlasıyla canlı zaten (bkz : http://dilruba-dilruba.blogspot.com/2008/12/ayvansaray.html)
« Mahalle kültürünün her yönüyle yaşanabileceği » 279 bin 345 metrekare kentsel sit alanı olarak ilan ediliyor, ihale veriliyor, imza atılıyor, ortaya çıkan proje gerçekten etkileyici, ayvansaraya yolu bir kez bile düşmüş birinin içini acıtır bu resim.


Mahalle dediğin öyle proje ile oluşabilecek bir şey değil maalesef, katman katman, içinde yaşayanların gündelik hayatının ördüğü, yavaş yavaş oluşan, ani değişimlerde yokolan bir kavramdır. Sulukule gözümüzün önünde tarihe karıştı, mahallenin son günlerinde, 4-5 aylık yeğenimi götürdük Sulukule’ye, sanırım büyüdüğünde rahatlıkla eşine dostuna Sulukule’de, kapısının önünde canı sıkıldığı için keman çalan çocukları gören son kişilerden olduğunu söyleyecek. Romantik kısmını dillendiriyor olmam gerçeği bilmiyor olmamı gerektirmiyor, herkes biliyor dönüşüm adı altında yıkım yaptıklarını, zor ve emek isteyen bir yolu seçmek yerine en sıradan, kolaycı yolun seçildiğini. Belediye bir de anket yepıyor internet sitesinde, bugün itibariyle sonuç şöyle ;

Neslişah ve Hatice Sultan Mahalleleri (Sulukule) yenileme alanı projesini destekliyormusunuz?
(imla hatası bana değil belediyenin internet sayfasına aittir)
Destekliyorum 20711 78%
Desteklemiyorum 4566 17%
Fikrim yok 1038 3%

Beni en çok etkileyen « fikrim yok »cular. Yahu olur mu öyle şey ? Koca İstanbul’da bu konuda fikri olmayanlar, olanlanlardan tabii ki çoktur. Keşke tek yalnış bu olsaydı bu ankette.

Fotoğraf Ayvansaray’da o canlandırılması gereken sokaklardan biri olan Toklu İbrahim sokağında çekilmiştir

4 Eylül 2009 Cuma

kütüphane


Birden fazla kere alınan kitaplar listesi sadece bende yoktur diye tahmin ediyorum, bazı kitaplar bir kaç kez alınır, ben aldım. Bazı kitapları diğerlerinden daha çok sevmeye, henüz kitap-nesneye bağlılık geliştirmediğim zamanlarda, sevdiğim kitapları paylaşma arzum vardı, dağıtttım. Dolayısıyla hayatımda önemi olan kitapların sahip olduğum ilk baskılarını kaybettim. Hep yenilerini aldım, tekrar, takrar. Zamanla kütüphane de benimle beraber büyüyüp, kitaplar nesneye dönüşmeye başladıkça “dışarıya parça vermez” oldum. Hele de o değerlim olan kitapları. Bu aşamada aynı kitaptan bir ikinciye sahip olma gerekliliği kısa ya da uzun süreli mekan değişimlerinde başgösterdi. “O kitapları” o kadar evden dışarı çıkaramaz ve o metinlerden o kadar ayrı kalamaz oldum ki gidilen her yerde bir yenisi gerekti. Tuhaf bir rahatsızlık, yalnız olmadığımı biliyorum, bu beni bir nebze rahatlatıyor.
Geçenlerde bir dostum; arabamı, kredi kartımı, zamanımı istese gözümü kırpmadan vereceğim bir tanesi, bir hafta sonu için Hüseyin Rahmi’nin Metres’ini istedi. İlk baskı da değil hani, atlas yayınevinin bastığı o renkli kapaklı baskılardan, bir saniye düşünmeden “hayır veremem” dedim. Sonra kendim bile şaşırdım kendimden bu kadar emin olmama.
Bu değerli, bir türlü ayrılınamayan, tekrar tekrar alınan kitapların sayısı her geçen gün arttı, zaman içinde kontrol kaybedildi. İlklerini çok iyi hatırlıyorum tabii; Justine (bu da çok ahlaklı değil ama Sade’ınki de değil), Yağmur Kaçağı (ilk sarhoşluklarımda sırf bu yüzden sıklıkla soluğu Sarayburnu’nda alırdım, eski tren yolunun üstünde alkol testi yapmışlığım var), Huzur (Nuran’a benzeyeceğim diye vapurda walkman’le Tatyos Efendi dinleyen tek kadın ben değilimdir herhalde), Mahur Beste (sonra iflah olmadım), Tutunamayanlar (kimi sevsek tutunamayanlar okuyordu bir zaman), Memleketimden İnsan Manzaraları (eh tabii), Aşk-ı Memnu (kitap hırsızlığına bihter başlattı beni), Gülünesi Aşklar (keşke hiç okumamış olsaydım da yarın sabah kalkıp başlasaydım Kundera’ya, ah keşke).
Liste beni güldürdü şimdi, buradan, ne temizmiş-im.
30’undan sonra bu liste uzadı gitti; İkili Tekrar 4 kez alındı, Görünmez Kentler de. Cogito’nun aşk ve osmanlı sayıları 3’er kez. Daha da uzatırım da gerek yok. İlk sayfasında adım yazılı üç ayrı Necatigil toplu şiirleri olduğunu diyeyim de rahatsızlığın boyutu iyice ortaya çıksın.
Geçenlerde bir çocuk, beni hep sabahları gören 7 yaşında bir oğlan çocuğu “niye sen hep okuyorsun” diye sordu. Öylesine, uzaktan, benimle ilgilenmez bile iken. Cevabı bilsem söyleyeceğim. Bekleyemedi tabii cevabımı, “daha çok hatırlamak için mi” deyiverdi. Düşünüyorum hala, bulacağım.

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...