11 Eylül 2008 Perşembe

"Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar”


Bu şehirde deniz ve demir yollarına karşı olan cinlerin varlığına ciddiyetle inanmaktayım. Herhangi bir devlet ya da yerel yönetim bir şehre böylesine bilinçli bir kötülük yapamayacağına göre olsa olsa karayolları cinleri ulaşımın bunca zor olduğu bir şehirde denizin ve demiryollarının kullanımı engelleyebilir. Yıllardır şaşmaktayım; deniz kenarında oturan iki insan nasıl olur da birbirlerine ulaşmak için rakım yükseltmek, trafiğe girmek zorunda kalırlar? Ben henüz bunu anlayamamışken bir de demiryolu elimizden alınmak üzere. Yeniyi inşa ederken eskiyi yıkmanın ideolojik olarak geçmişte kalmasına rağmen, şehircilik alanında ve bu şehirde hala yürürlükte olmasına bayağı bayağı öfkeleniyorum. Marmaray projesine ihtiyacımız olduğu kesin, ortasından su geçen bu kalabalık şehrin bir tüp geçide ihtiyacı var elbet ama bunun için banliyö seferlerini iptal etmenin, yetmedi, şehrin nadir güzellikte ki binalarını yıkmanın manası var mıdır? Diyelim vardır, biz anlamıyoruz, niye haberdar edilmiyoruz tüm bunlardan? Aralık 2008’de Haydarpaşa’dan hareket eden banliyö seferlerinin iptal edileceğinden neden haberimiz yok? 
Büyük kentlerin alternatif yollara ihtiyacı vardır, yenileri icad etmek, eskilere alternatiftir, hadi diyelim moderniz, o zaman da eskileri yenilere alternatif olarak korumalıyız diye okuyabiliriz durumu.
Haydarpaşa yolların başlangıcıdır, Bağdat demiryolunun, alman emperyalizminin, Hicaz demiryolunun, “karşı” banliyönün ilk durağıdır. Daha da önemlisi Ankara’nın en güzel yeridir, değil mi ki Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönmektir ve Ankara’dan İstanbul’a dönülse dönülse trenle dönülür. Koridorda ilk çan küçükyalı’da çalınır, sonra tren yavaşlar, kondüktör Bostancı’dan Haydarpaşa’ya kahvaltı edilecek kadar zaman bırakacak yavaşlıkta sürer, banliyö trenleri hızla yandan geçer. Haydarpaşa’ya inildiğinde şehirde hayat çoktan başlamıştır, trenden inip iskeleye, hergün o iskelede vapur bekleyenlerin arasına –biraz da utanarak- katıldığında anlarsın, şehre geç kalmışsındır. Karaköy, Kadıköy ya da Eminönü’nde yakalarsın az sonra.

Haydarpaşa bu şehirden yok olursa ben kendi adıma çok üzüleceğim, çünkü;
- ergenliğimde beni ilk aşkıma ulaştıran otobüs her akşam Haydarpaşa’dan yedi on’da kalkıyordu.
- okul kırdığımda kıyafet değiştiribilecek nadir temiz yerlerden biri Haydarpaşa garının tuvaletiydi.
-Kaldırım serçesi ve şimdi hangisi olduğunu hatırlamadığım bir Bertrand Russell’ı Gar’ın kahvesinde bitirdim. (farklı zamanlarda tabii)
- ilk gençliğimde beni ilerdeki bir banliyö istasyonunda karşılayacak birinin olduğunu bilerek trene binmek çok heyecan vericiydi.
- Hatay restorana gitmenin en kısa yolu Haydarpaşa’dan trene binmekti. 
- memlekette bir kadının tek başına huzursuz olmadan, meşruiyete ihtiyaç duymadan rakı içebildiği tek mekan vagon-lit’nin restoranı Haydarpaşa’dan hareket eder.

Ama tüm bunların bir şehir için önemi yoktur ve zaten artık bahar Haydarpaşa garı büfesine gülden güzel kokan Arnavutköy çileği ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarası ile gelmemektedir.

“Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği
ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir
Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar”
N.H.

Hiç yorum yok:

Tirendaz Sokak

--> Tirendaz sokak Molla Şemseddin camii ile başlar, Atıf Efendi kütüphanesi ile biter bir sokak. Şehrin en değerli konumun...